Cuma günü, sağlık sorunum olduğu günler dışında hayatımın en yorucu günüydü sanırım. Sabah ajansta müşteriyle toplantı vardı ve Perran Hoca hepimizin çok aktif olması gerektiği konusunda önceki günlerden uyarılarda bulunmaya başlamıştı. Perşembe gecesi 4'te filan yatmış halde Cuma sabahı toplantıya girdim. Fena geçmedi sanırım. Ezgi de soru sordu müşteriye!!! :)
-Ajanstan 15:00'te çıkabilicektim ve saat 17:00'ye kadar, araştırmam hakkında bulduğum makaleler hakkında görüşmek üzere Santral'e Yonca Hoca'ya gitmem lazımdı. Saat 15:00'e kadar sürekli ajans saatlerinden çalıp makale aradım. En fazla 2 tane çıkıyordu.
-Saat 17:30, 18:00 gibi Onur'la Mecidiyeköy tarafında buluşup anahtarlarını almam lazımdı ki Denizcan'la kalıcak yerimiz olsun. (Malum, babaannem bizdeyken "en kötü ihtimal bizde kalırız" diyemiyorum.) (Parantez içine hep malum şeyleri yazdığımı farkettim.)
-Cuma ALES'e başvurunun son günüydü ve bizim okulun başvuru randevuları bikaç gün önceden dolduğu için ortada kalmıştım. Almaya gayet hazır olduğum gazı Denizcim verdi ve Boğaziçi'nden 16:50'ye randevu aldı bana. 1 sene beklememek için bir güncük dişimi sıkmam gerektiği yönündeki düşüncelerimi kendisi de dile getirdi. Bir de İzmir'deki Ziraat Bankası'na paramı yatırıp büyük bir kolaylık sağladı bana sağolsun canım.
Bu listeden birşeylerin eksilmesi gerektiği açıktı ve Yonca Hoca'yla görüşmemi çıkardım. Hayırlı oldu mu, yakında görürüz.
Üçe kadar boşuna makale aramış şekilde çıkıp otobüsle Güney Kampüsüne gittim, tam zamanında ALES'e başvurdum, Boğaziçi yokuşlarında yine Belgrad Ormanında idman yapan sporcu tadı yakaladım, tükendim. Okunmazmış orda. :P Üstelik haftasonu eve uğramıycaam için küçük çaplı bir bavul da taşımaktaydım.
Çok acıktığım için otobüs durağının ordaki markete girip Çokoprens istedim, kalmamış. Bir diğerine giricektim ki otobüsüm geldi. Böylece Onur'la buluşmak üzere Cevahir'e doğru yola çıktım. Otobüs'te ters oturmak zorunda kaldım ve bunu hiç sevmem. Ben de yan oturup ayaklarımı koridora çıkardım. Ama ayaktaki yolcu sayısı çoğaldıkça hem bir koltuğu hem de koridordan bir insan yerini kaplar oldum, kötü hissettim çok, iyice yamuldum ettim. Trafik çılgındı. Cevahir'e vardığımda - ki zaman çizelgesinin tabii ki gerisine düşmüştüm - Onur telefonda "Cevahir diil, Cevahir Oteeel" dedi. Buarada Onur da uçağa yetişme derdindeydi, o da haftasonunı İzmir'de geçirecekti.
Ben içimden ağlıyarak kısa mesafeye razı olan bi taksi aradım etrafta. Bitanesi kabul edip, "orası nerdeydi yaaa" derken yanlış yola saptı, yolu bir güzel uzattı. Özellikle mi yaptı? Hep bir soru işareti olucak.
Taksi Onur'un önünde durdu. Anahtarı aldım, perişan olduğumu belirttim, özür diledim, lütfen uçağını kaçırmamasını söyledim, vedalaştık. Cevahir'e dönmek için yeni bir taksiye ihtiyacım vardı ve açlıktan başım fırıldıyodu. Yere bakmayıp uzak bir noktaya odaklanmaya çalışarak yürümeye başladım. Karşıma çıkan benzincinin marketinden 3 tane Çokoprens alıp vahşi bir şekilde yedim. Taksi yoktu. Yürüdüm yürüdüm, konseri çıkaramayacağımı hissedip garip caddelerin ortasındaki üç banktan birine oturdum. Oturduum süre boyunca diğer ikisine de başı örtülü eli torbalı teyzeler oturup oturup kalktılar. Son bir nefesle Cevahir'e dolayısıyla metrolara vardım. Bu sırada Deniz'in uçağı İstanbul'a varmıştı, Sabiha Gökçen'den Taksim'e uzun yolculuğuna başlıyodu. Kanyon'a biyerlerde oturmaya gittim. Gözlerim biyerlere takıldığı için oturamadım hiç, gezdim. Ve sonra Taksim'de buluştuk.
Arkası az sonra.