Üniversitenin kapısındaki, "Pardon yüksek için başvuruyu buraya mı yapıyorum?" diye cümle kurmaya çalıştıım sırada suratıma bakıp bana kağıt uzatan güvenlik görevlisi. Sen biraz sempatik gibiydin. "Numaramızı kaçırdık biz ne zaman giricez?" diyenlere "Numarasını kaçıranlar cezalı olduğu için 15 dakka bekliyo burda, sonra içeri alıcaz" filan diyodun ilginç telaffuzunla.


Binanın içinden çıkıp etrafa şöle bi baktıktan sonra düzenin şart olduğuna kanaat getiren diğer adam. O sıcakta tek gölgelik yer olan bahçeye girip "Burayı boşaltın" dedin. Sonra gidip, çitle ayrılmış küçük alanda banklarda oturanlara da "Duymuyor musunuz, boşaltın burayı" dedin. Oturan kişiler "Ne zararımız var ki burada?" dediklerinde sadece söylediklerini tekrar ettin. "Peki tamam boşaltalım ama neden?" gibi bir soru geldiğinde "Hanfendi, gerekli ya da gereksiz, farketmez. Sorgulamayın, boşaltın diyince boşaltın." dedin. Sen gerçek miydin ya da içinden çıktığın bina üniversite diil miydi, kafam karıştı, bilemedim.

"Sıra numaranız çok yüksekse, ister misiniz kendi numaramı vereyim" diyen, başvurudan vazgeçmiş sevgili kız. Beni 776. kişi olmaktan 635.liğe terfi ettirdin. Sen kesin melektin.

Nooldu Şimdi

Sınavlar bitti, teslimler bitti, sunumlar bitti, kokteyl bile bitti.


Teslim ettiğim 3 ödev kayıplara karışmış, yarın ya da sonraki gün santrale gitmem gerekicek bu yüzden.

Ideabox'ım da hocada kaldı ve içindeki objelerden biri Denizcan'ın bana yaptığı kitap ayracıydı. Onu geri almam lazım bişekilde.

Gezmeyi dolaşmayı unutmuşum, gezerken "ee, niye geziyorum ki şimdi" diye düşünüyorum.

Sadece 1 haftadır boşum ama yazmayı da unutmuşum sanırım, şimdi farkediyorum.

Şahin'in bloguna benzedi bi an. :P

Babaannem hala bizde: Sabahları bir avuç badem yiyo, geceleri de dondurma saatini iple çekiyo. Gün ortasında ise mutfakta oturup televizyon izliyo, dizilerdeki karakterlere sinirlenip fırça atıyo. Olur da bir iş için mutfağa girecek olursam, ben daha önümdeki adımı düşünemeden o soruyo. Yetişmeye çalışıyorum. (Makarna mı yapıcaksın? Niye makasla açmıyosun? Tahta kaşık mı arıyosun? Sonuna kadar aç mıycak mısın kaynasın? Bilmiyoruuuummm)

Sıkış tıkış bişiler yetiştirmeye çalıştığım sıralarda daha çok dizi izliyodum. Dizi izliyim diye kalkıyorum, sağa sola bakana kadar gece oluyo, 1 bölüm izleyip yatıyorum.

Ama daha çok kitap okuyabiliyorum.

Yükseklisans konusu aklımı çok meşgul ediyo. İstanbul'da, özel olmayan bir üniversitede Sinema Tv yükseği yapmak istiyorum. Ama hangisinde? Niye onu seçiyim? O beni niye seçsin?

Haziran'ın sonuna doğru katılmamızı önerdikleri bir reklam yarışması varmış. Yarışmaya katılmak ister miyim? Belki uğradığım tembellik şokunu biraz hafifletir mi? Belki de yarışmalara alerjim yoktur?

Denizcan'ın sınavları kolay geçsin istiyorum.

Parfüm blogum Türkçe olarak geri dönüyo. Geri dönüyo demeye utanıyorum gerçi, 1 post var sadece. Bu sefer sanırım bırakmıycam peşini, öyle umuyorum.

Sonunda kullanmayı bilmediğim bir Photoshop'um var!

Artık Hayyam'a gitmeli, Nikon d90'ı kapmalı.

Darmadağın da olsa toparlamış olayım böylece içinde bulunduğum ve fazla yazmadığım dönemi. (Oximoron dedikleri anlamsal bir hata mı yoksa söz sanatı mı acaba? Darmadağın toparlamak? Sanattır umarım :P)






Home Sweet Home

Gelecekteki evimle ilgili çok hayal kuruyorum buaralar. Çocukluumdan beri kurup dururum zaten. Neyse işte, giderek daha net görünmeye başlıyo ama gözüme. En azından eskisi gibi, farklı farklı tarzlar beyenip, tek bir evin odalarına paylaştırmaya çalışmıyorum uzun zamandır. :)

Neler istiyorum:

Salon olması amacıyla inşaa edilmiş, diğer odalardan daha yüksek tavanlı ve büyük pencereli bir oda istiyorum öncelikle. Ama bu odayı salon olarak kullanmamak, çalışma/yaratma alanı olarak kullanmak istiyorum. Tapınağım olsun orası. Kara tahta, tebeşirler, bin türlü boyalar, grafik/müzik için bilgisayar (tercihen "grape" renkli iMac :) ), keçeler, kumaşlar, dikiş makinesi, cam boncuklar, taşlar, saten ipler, alçı, ahşap, alet çantası, mine yapmak için bir adet fırın, ve daha niceleri.

Salonum ise daha küçük olsun. Duvarları işlenmemiş ham beyaz kireç görüntüsünde olsun. Bir duvarda cam tuğlalar da kullanabilirim. Ya da gerçek tuğla görüntüsü. (Sırf mağazasının girişinde tuğlalar var diye Lee'ye bayılırdım mesela küçükken. İlla biyerlerde kullanıcam bu tuğla olayını) Işıklandırma da cam küplerden oluşsun mesela, loş olsun. Işıklandırma konusunda ütopyam: TGI Friday's'teki gibi Tiffany vitraylı avizeler!! Mobilya olarak da "alçak mobilya" düşkünüyüm genel olarak.


Bazı duvarlarım boydan boya kitaplarımla kaplı olsun ve buraya bir de ahşap merdiven yaslanmış olsun istiyorum. Küçük bir Robinson Crusoe 389 dokunuşu. :)

Görüldüğü gibi renkli duvara çok düşkün diilim. Doymuş da olabilirim. (Tek bir duvara tablo muamelesi yapıp koca bir resim çiziyolar bazen, o hoşuma gidiyo, ama arada kalmış, küçük duvarlara yakışıyo o. )

Amaaa kapılarım renkli olsun istiyorum. Renkli ahşap kapıları olsun odalarımın. Anahtarlarına ise anahtarlıklar takmayı düşünüyorum. Otel tandansı yakalıycam yani bir nevi. Kapılarımdan bir tanesinin ise asimetrik bir cam kısmı olsun ve o cam vitraylı olsun istiyorum.

Yerlerde taş döşeme seviyorum. Google'da aradım, bunu bulabildim. Çok daha harika şekillileri de var, özellikle siyah beyaz gri tonlarda ve de parlak. Neyse, abartmadan, gözü yormadan böyle döşemeli yerler istiyorum, en azından koridorlarda, girişte veya bir odada.

En renkli, espirili filanlı falanlı şeyleri mutfağa yakıştırıyorum. Çiçekli böcekli ekmek kızartma makinem, bulaşık fırçam, M&M's kavanozum vesairem hazır zaten. :) İştah açıcı bir mutfak istiyorum, baharatlıklarda Ikea'nın ilginç çözümlerinden yararlaniyim, bir adet servis arabam olsun, Kitchenaid'in muhteşem meyve sıkacağından aliyim, bir yanda dekor olarak Mudo'daki nostaljik minyatür mısır patlatma arabalarından olsun filan falan istiyorum. Güzel kartpostalların içine yemek tarifleri yaziyim istiyorum. Dolapların içinde tabak çanaklarım inanılmaz düzgün dursun, kolaylıkla çekip aliyim, birini almak için 10 tanesini kaldırmak zorunda kalmiyim istiyorum. Buzdolabım ya renkli retro şeylerden olsun, ya da koca, ankastre bir depo olsun istiyorum. Açık mutfağa da sıcak bakabilirim. İşte mutfağımın boyutuna ve evin geneline göre değişecek bunlar.

Yatak odamda yıllardır istediğim tek bişey var ama o da masraflı baya. Bir adet küçük gardrop. (Kıyafet sığdırmak için hep koca koca gardroplar kullanmanın hüznünden böylece kurtulucam.) Gardrobun kapağını açında, bir de bakıyoruz ki içi boş, arkası da boş. Aslında bu gardrop bir kapıymış! Gardroptan içeri girince yeni bir odaya giriyorum ve bütün kıyafetlerim, ferah ferah, yazlık kışlık, hepsini görebileceğim şekilde renkleri ve modellerine göre düzenlenmiş. Ayakkabılarım, çantalarım ve kemerlerimle beraber! Lütfeeeeeeeeennn. Bi de tuvalet masamın üstünde, nostaljik teneke kabartmalı parfüm reklamlarından olsun.

Banyo hakkında bir dolu seçeneğim var, yine aksesuvarları şimdiden biriktirmeye başladım. Kısa tutiyim, şöyle diyim: Şık, ahşaplı-turkuazlı bir banyo istiyorum. Ve ayaklı küvet!

Evi mümkün olduğunca nötr tutarak, değişiklik istediğim zaman sadece aksesuvarları değiştirebilmeyi planlıyorum. Bu vazo, saksı türü şeylerde de buaralar en çok sevdiğim şey, "taştan yapılmış, birazı renkli bir boyayla boyanmış, bir kısmı ise ham kalmış" görüntüsü. Ayrıca evimdeki boruların bazılarının dışarıdan geçmesi ile hafif endüstriyel bir hava da yaratmayı düşünüyorum. Öhöm. Duvarlarımı genel olarak çerçevelenmiş teneke reklam afişleri süslesin istiyorum ama salonda bir tane de "jazz trio" tadında tablo istiyorum: 3 anarenkten oluşan dev ceketleriyle siyahi müzisyenler, enstrümanlarını yıldızlı bir gökyüzü altında ve ahşap bir köprünün kenarında çalmaktalar. Ceketler dışında tablo oldukça karanlık ve de çok ayrıntılı bir çalışma değil. Bu tabloyu nasıl bulucam, merak konusu cidden.

Peki ya şimdiden alıp durduğum renkli teneke kutular, minyatür atlıkarıncalar ve teddy bear'lar noolcak? Göz yormıycak mı? I ıh yormiycak. Yormiycak hale getiricem. Hepsini bir camlı dolaba koyabilirim mesela. Bir arada dururlarsa, baktıkça güzelleşen bir dolap şeklinde algılanabilirler. Incık cıncık olarak diil.

İşte aklıma ilk gelenler bunlar. Zaten şimdiden okunmayacak kadar uzun bir post oldu ama yolda izde "nasıl atlarııım" diyeceğim birsürü şey gelicek aklıma şimdi kesin. Böyle dursun bakalım, olur da gerçekten bir evim olursa ne kadar zorlıyabilicem bu hayali, görelim.
(Evin dış kısmıyla ilgili hayallerime ise bbpmd)

Bi de Denizcan'ı çok seviyorum, evimde bitane olsun, odalarda gezsin, playstationlarını kamufle edecek dolaplar ariyim istiyorum.

Emily the strange?

Efendim, ilkokulda birgün sınıfça Sarı Zeybek izletilmiştik ve sonrasında çocukluğumun kabus kısmı başlamıştı. Gündüz vakti bile yalnız kalamıycak kadar etkilenmiştim belgeselden, annem çamaşır asıyosa balkonda, yemek pişiriyosa mutfakta takılıyodum. Bütün gün, gece dişimi fırçalamak için evin arka kısmına yalnız başıma gitmem gerekecek olan anı korkuyla bekliyodum filan. İşin kötüsü kısa filan da sürmemişti bu dönem. Salonda uyuyo, annemler yatarken de annemlerin yatağına yatırılıyodum. Ola ki ben uyuyunca beni önceden yatağa götürmüş ve salonda oturmaya devam etmiş olsunlar, ben de uyanıp kendimi yatakta yapayalnız buliyim, salona koşup kıyameti koparıyodum. Psikologları daha 2. seansta "iyileştim" diye kandırdığım için onların da bir faydası olmuyodu. 


Sandwich: Zaten ilkokul 5'teyken babam bigün mutlu mutlu gelip, kardeşim olacaını söylediinde de ilk tepkim "olamaz, hayır, ben sizi hiç yalnız bırakmadım ki!" demek olmuştu, acayip bozulmuştum. Sonra aldırması gerekti zaten annemin. Ona daha da çok üzülmüştüm.


Bu zamanlarda asıl sorun, yatar vaziyette durduğumda kendimi ölüm döşeğinde gibi hissetmemdi. Atatürk öldüyse kendimin de öleceğim konusunda bir aydınlanma yaşamıştım ve tek kişilik yatağıma ne zaman yatmayı denesem nefes alamamaya başlıyodum. 

Ortaokulda erkeklerden hoşlanmaya ve tek başıma hayal kurma ihtiyacı duymaya başlamama dek bu böyle gitti. Sonra kendi odamda yatmaya başladım. Zaten mobilyalarım ve dolayısıyla yatağım da deişmişti. Bi şekilde bütün o kabusu eski yatağımla özdeşleştirdim ve artık güvende olduğuma karar verdim.

Bütün bunlar niye aklıma geldi: Bu hafta bir ara yine anneannemlerdeyken, odasına giriyim, son zamanlarını geçirdiği yere bakiyim dedim. Ve benim o eski yatağımda öldüğünü farkettim. Zaten biliyodum o yatağın aile içinde el değiştirdiğini (güzel bişeydi) ve hatta anneannemlerde olduğunu, ama hiç bu şekilde düşünmemiştim. Öyle işte, ürpertici bir tesadüf oldu benim için.

Rüyamda ajansta yeni bi müşteri için çalışmak üzere beyaz tahtayı önümüze almış hazırlanıyoduk. Tahtayı temizlerken Kadri Hoca geldi ve neden hala başlamadığımız konusunda sinirlendi. Yeni işimizde, ilanlarda andımıza göndermelerde bulunmamız gerekebileceğini, bunun için önce andımızı biliyo olmamız gerektiğini, ve hadi bakalım, ortaya çıkıp ezbere okumamızı söyledi.

Ceren - Ezgi - Şahin şeklinde ajanstaki koltuğun önüne sıralanmış, hocanın ciddi olup olmadıını anlamaya çalışıyoduk. En başta ben olduum için bana başlamamı söyledi sonra Kadri Hoca. Ben "türküm doğruyum çalışkanım" dedikçe bilgisayarlarının önünde oturan bütün ahali tekrarlıyodu. "yükselmek, ileri gitmektir" dedikten sonra takılıverdim. Kadri Hoca'nın sakin ve anlamlı bakışlarının altında düşündüm düşündüm düşündüm. Sonra "şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda" diye bi yer vardı ama?" dedim. Sonra kendi dediğimden utandım ve "ama ama" diyerek uyandım.

...

İzmir'de geçirdiğim 2 hayat kurtarıcı bol evde oturmalı günden sonra bu sabah otobüsüme gitmek üzere taksiye bindik Denizcan'la. 


Babam aradı, "Binmeden arıycaktım sizi ben" dedim, "Tahmin ettim ama olsun, Mitra'yı dolaştırıcam ben şimdi, annen de anneannenin yanında, yine ağırlaştı filan. Ulaşamassın belki diye aradım. Sen arıycağın zaman beni ara da, türkselden rahat konuşalım, şimdiden iyi yolculuklar" dedi, "Tamam" dedim kapadım.

Sonra Susurluk'ta konuşurken yine sesi çok canlı ve iyi geliyodu, annem hala anneannemleymiş, "Hastaneye filan mı gittiler yoksa evdeler mi" dedim, "Evdeler" dedi, "Hıı tamam" dedim kapadım.

Sonra feribotta aradım babamı, çaldı çaldı, sonunda açtı, "Bi saniye Ceren, diğer telefondayım" dedi, bekledim, diğer telefondaki kişiye "Sağolun, sağolun, sağolun" dedi. Sonra bana döndü, neşeli sesiyle "yarım saat sora Küçükyalı'da görüşürüz, alırım seni" dedi, "Tamam" dedim kapadım.

O yarım saat sancılardan çarpıntılardan geçmek bilmedi, çünkü anneannemin öldüğüne kesinlikle karar vermiştim. 1- Babam bi keyifsizliği saklamaya çalışmıyosa bu kadar neşeli konuşmaz, 2- Annem ben uzun yolculuğa çıktığımda illa beni bir ara arar, 3- Babam başka telefonda olduğu halde benim çağrıma cevap veriyosa, ulaşamayıp annemi aramayayım diyedir, 4- Önceki gece annemi "iyigeceler" demek için aramadım, o da aramadı, 5- Babam gerek olmadığı halde ben uzaktayken anneannemin durumundan söz etmez; 2 senedir sürekli ağırlaşıp ağırlaşıp nispeten düzeliyo anneannem, son derece kanıksadığımız bi durum.

Sonunda yerinden fırlamaya çalışan kalbimle otobüsten indim, tek duymak istediğim yanılmıyo olduğumdu, çünkü bu kadar stresten sonra yanıldığımı duysam bile rahatlamıycaktım, ben kararımı vermiştim, yaşıycaamı yaşamıştım.

Babam valizimi aldı, arabaya bindik, yola çıktık, seyahatimin nasıl geçtiğini sordu filan falan. "Ananem nasıl?" dedim, durdu durdu "Malesef dün akşam kaybettik." dedi. Direk cenazeye gittik, sonra Kilyos mezarlığına, yani dedemin (babamın babası) mezarlığına, o da oraya gömüldü. Karadeniz'e yakın olması da anlamlı oldu.

Böylece aile büyüklerimden en çok sevdiğim iki kişiyi de kaybetmiş oldum. Bir keresinde rüyamda, babamın babası olan dedecimle anneannemin sevgili olduğunu görmüştüm. Çok sevdiğim için onları yakıştırmışım demek. Sonra bu rüyayı anneanneme anlatma gafletinde bulunmuştum. Ne zaman bayram seyran olsa, iki aile biraraya gelse, süslü süslü oturup, dedemi işaret edip göz kırpıyodu bana zillicim. Aklıma o geldi. Bi de ben çocukken ve anneannem mısır ekmeği pişirirken sıcacık fırının karşısına oturuşumuz, fırının camına yansıyışımız, herseferinde "Bak biz de pişiyoruz fırının içinde" diyişimiz geldi. Hatta nedense, kaç senedir aynı binada yaşamamıza ve çok yakın olmamıza rağmen bütün gün sadece bu geldi aklıma. 

Rahat uyusun pembecim.

Bir perşembe gününde daha beraberiz. 


 Perşembe günleri ajanstan çıkıp Santral'e, sevgili Atakan Sevgi'nin dersine giren 3 kişiyiz toplam; Ezgi, Suna ve ben. Geçen perşembe günü ajanstaki yoğunluktan dolayı bu sözkonusu dersin iptal olma ihtimalini düşünüyoduk sürekli, "iptal" haberini görme umuduyla online'ı yenileyip duruyoduk. Sonra bir ara Suna, "Kızlar!! Ders iptal!!" dedi. Tanrım bir mutluluk, bir ferahlık. Ki Atakan Hoca'yı ve dersini çok seviyorum ben. Ama gerçekten pilimiz bitiyodu ajansta. 

 Neyse, 20 saniye sora Suna sırıtmaya başladı, şaka yapmış. Kayıp eşeğini bulup tekrar kaybeden manyak bir hocaya döndüm. Gerçekten mutsuz bir andı.

 Bugün otururken, Ezgi de Suna'yı faka bastırmak için, "AA! Ders iptalmiiiş" demeye çalıştı ama yarısında gülmeye başladı zavallım. Suna bir saliselik bir kafa karışıklığı yaşayıp, sonunda zaten hiç inanmamış biçimde mutlu mesut yerine döndü.

 Sonra ders saati iyice yaklaştığı sırada, fotoşop kullanmayı bilen arkadaşım Şahin'in de yanımda boş boş oturup MSN muhabbeti yaptığını farkedince ( hihoho ) hemen şöyle bir şey hazırlayabileceğimizi farkettim:



Kreatif Direktör & Metin Yazarı: Ceren Palaz
Grafiker: Bay Panter

 Anlayabileceğiniz gibi bu bizim okulun online sisteminin screenshot'ı. Ve gördüğünüz gibi oraya bi iptal haberi kondurduk, üstüne bi de f11'e basınca pek gerçekçi göründü. Sonra zıplaya zıplaya Suna'nın masasına gitmek, koluna girip bilgisayarın başına sürüklemek, "Baaaaak!" diyip sırıtmak kaldı geriye. Boynumuza sarılmalar, şükretmeler, zıplamalar, allaaam çok korkunçtu. Yok yani, şaka olduunu söylemeye çekindim resmen. 

 Sonuç: Şaka olduunu söyledik, inanmadı, sora inandı, sonra ne kadar mutsuz olduunu tasvir etmeye çalışmaya başladı, bi de utanmadan "anlıyamassınız" filan dedi, anlarıııız dedik, Santral'e gittik, Tamirane'ye oturduk, talihsiz 2 adet sipariş verdim, yiyemeden kalktım, Suna dersin havasında olmadıı için ilk saate katılmıycaanı söledi (hehe), sonra hiçbi derse girmedi. 

 Kötü bir arkadaş diilim bence yine de.