Buaralar parfüm beğenme dönemimdeyim. Bazı aralar en güvenilir bulduğum kokulardan bile etkilenmez oluyorum, bazı aralar da böyle coşuyorum ve satın aldığım herşeyi, aslında bir parfümün kaçtakaçı fiyatına sahip olduğunu hesaplayarak alır oluyorum.
Daha doğrusu yanılmamışım.
Perşembe günü Atakan Hoca'nın dersine girmeden Tuncay'la karşılaştım, dersi 2 saat sora başlıycakmış, naapsam neetsem diyodu. Önce MSN'deki "bir sorun varsa cevabını almak için takla atmalısın!" tavırlarından dolayı kendisine ne kadar gıcık olduumu sölemek için gülmemi bastırmaya çalıştım, (gördüüm anda gülme tutan bitakım insanlar var, Tuncay da dahil) içimi döktükten sonra isterse oyalanmak için bizim derse girmesini söledim.
Haluk Hoca müşterimizi veto ettiğinden beri grup olarak çoğunlukla boş boş oturuyoruz ajansta, dizi filan izliyoruz. (Haftaya geliyo yeni müşterimiz.) Dolayısıyla saat kaçta girip çıktığımız da pek belli olmuyo. Bir de son 2 haftadır keşfettim ki, 5-10 dakka gecikmeyi göze alırsam şayet, 1 saat geç kalkıp otobüs yerine dolmuşla geçebiliyorum karşıya.
Dün gece saat 12 civarında Deniccan'ı yatırırken "saçlarım ıslak, onlarla uuraşmam lazım, keşke ben de yatabilseydim şimdi" dedim, o da haklı olarak "nolcak ki hemen kurutur yatarsın, hadi tatlı rüyalar bana, mukcuk mukcuck" dedi.
Ama ben kaşındım. Bi süredir yanımda gezdirdiğim playlistten sıkıldığım için itunes'da yeni bir liste oluşturup telefonumla 2 dakkada synclemeye karar verdim. İlk adım olarak önceki listeyi sildim. O kadar güzel bi liste hazırlıycaktım ki, her an dinleyesim gelebilecek olan bütün şarkıları içermesiyle beraber, tam olarak keşfetmediğim ama bana heyecan veren bir çok alternatifim de olucaktı. Böylece ertesi günün (yani bugünün) Perşembe olmasının çirkinliği güzel müziklerle hafifliycekti. Gel gör ki asla çözemediğim ve çözemiyceim bir sebeple, bazı albümlerin aktarımı, beklediğim gibi 10 saniye sürerken, bazılarınınki 5 dakika sürüyor, ve bu süre içinde itunes aktarımı canlı şekilde gösterse de mouse'umla verdiğim hiçbir emri algılamıyodu.
Seçeneklerim vardı, mesela henüz eşleştirmeye başlamadığım için telefonumdaki şarkılar silinmemişti, kaç aydır güzel güzel idare ettiğim mp3 listesiyle 1 gün daha geçirmeyi kabul edebilir, böylece yatağıma beklemeden girebilirdim. Ama son 2 senede edindiğim başladığım işi bitirme ilkesi galip geldi.
P harfiyle başlıyan gruplara geldiğimde, gözlerimi bilgisayardan gelen sesleri yorumlayıp, sadece gerekli zamanlarda açabilme becerisi kazanmıştım. En önemli harflerden biri olan P'den ve sonrasından bir çok fedakarlık yapmak zorunda kaldım. Ama artık önemli diildi, gözüm doymuştu, demek ki kulağım haydi haydi doyardı. Saat 2:40'ta yatağa girdim.
Bu sabah yine "alarm daha çalmadı, ne güzel" diye düşünüp düşünüp uykuya geri dalıyodum ki, gözlerim aynıanda(?) açılıverdiler. "Ben alarmı kurdum mu ki???" Saatin 07:57 olduğunu görüp bir oh çektim, alarmı kurup 3 dakika daha uyumak üzere gözlerimi kapadım.
Kalktım, hazırlandım, taksiyi çağırmadan önce mutfaktaki muz demetinden sapı kırılmayacak şekilde özene bezene bir adet muz kopardım. (Çünkü muzu yolda yemek üzere çantama atıyorum ve pislenmesini istemiyorum.)
Taksiye bindiğimde muzu evde unuttuğumu farkettim. Dolmuşa bindiğimde ise KULAKLIĞIMI evde unuttuğumu farkettim. Burada istediğim etkiyi ancak yorumsuz bırakırsam yaratabilirim sanırım. Ama tekrarlıycam bi kez daha; kulaklığımı evde unuttum bugün. Müzik dinlemek için kullanılan kulaklık hani. Açık bırakıyorum sonunu, okuyucuya bırakıyorum. Herkes nasıl anlarsa öyle. Tek bir doğru yok. ghcsfldsasdf
Dolmuşçunun dinlediği radyo programındaki sunucu, helikopter kazası geçiren siyasetçinin ne kadar sıcakkanlı olduğunu, ağzından ülkenin çıkarına olmayan tek bir kelime çıkmadığını, ama işte malesef bu partilerin seçim kampanyalarında kendi helikopterlerini kendilerinin sağlamak zorunda kaldıklarını, halbuki şayet altındaki helikopteri devlet sağlamış olsaydı bakımının da yapılmış olacağını (??!?!!!!!????), bunları unutmamak gerektiğini söledi.
Hiç hoş bi sabah diildi. Taksim'e varıp shuttle'ın kalkmasını beklerken şansıma stand-upçı sokak köpeklerinden birine rastladım. Kuçu simit parçalarını gagalayan bir grup karga görünce koşup hepsini kaçırdı. Sonra simit parçalarından birini alıp 3 metre öteye gitti, yemeye başladı. Kuçunun kendi paylarını bağışladığını sanan kargalar geri dönüp simitleri gagalamaya devam ettiler. 3 metre ötede simitini kemirirken kargaların döndüünü gören kuçu yemeyini bırakıp yine kargaları kovmaya gitti. Ne kadar simit azaldığını kontrol etti. Sonra 3 metre ötedeki simitine geri döndü. Bu döngü bir süre devam etti. Sonra sokakları süpüren adam köpeğin değerli kırıntılarını da çöpüne attı. Sonra Taksim'in melek simitçisi eline naylon poşet geçirip kuçuya yeni simitler verdi. Sonra da shuttle kalktı.
PS: Postumda geçen "muz demeti" isim tamlamasını Şahin Google'dan buldu.
Sabah saatin alarmına dayanamadım, 5 dakika sonra uyanmak üzere kapadım, ama sinir bozucu sesini tekrar duymamak için (ya da bilinçaltımda uyuyakalmak istediğim için) snooze'a basmadım, kendim uyanırım dedim. Sonra bütün bunları unuttum, bilincim her sivrildiinde "oley daha alarm çalmadı" diyerek uyumaya devam ettim. Yarım saat geç kalktım. Rüyalarımın iğrenç olduğunu hatırlıyodum ve rüyamın son sahnesindeki müzikalde bir sürü insan zıplayıp dansederek şöyle bir şarkı söylüyolardı: "There's no other George Clooney. No, not at all. There's no other George Clooney. No, not at all. There's no other George Clooney. No, not at all."
Giyinirken ederken rüyamın tamamını hatırladım. Annemle şiddetli bir kavga ediyoruz ve ben muhteşem argümanlarımı peşpeşe sıralıyorum, sürekli üstüne gidiyorum, içimde hiçbişey kalmasın istiyorum. Ben konuştukça annem hastalanıyo ama ben tartışmaya kapıldığım için bunu algılayamıyorum. Sonunda annemin artık ölmek üzere olduğunu farkediyorum ve hemen vıdıvıdıyı bırakıp onu ne kadar çok sevdiğimi söylemeye çalışıyorum. Ama bir türlü ulaşamıyorum. Bu sefer sevgi sözcükleri birikiyo içimde, onları söylemessem patlıycak gibi oluyorum, tam sesimi anneme ulaştırabiliceim sırada kaybediyorum annemi.
Sonra üstünden yıllar geçiyo, kaybettiğim kişi hem annem, hem babam hem de Denizcan'mış. Üzgün üzgün gezerken bi müzikale giriyorum, yarısı tiyatro yarısı sinema formatında. Son sahnesinde George Clooney çok üzgün ve Cate Blanchett ona doğru koşuyo, ona ihanet etmediğini, arkasından iş çevirmediğini söylemeye çalışıyo. (ki Cate Blanchett dedikleri aslında Terminatördeki Riley) Tam kanıtlarını sunucakken arkasından vurulup yere seriliyo. Sonra bi dolu adam "There's no other George clooney. No, not at all" şarkısını söylüyo.
Bugün hem tatilimin son günü olduğu için, hem Perran Hoca'nın bitirmemi söylediği rapora bir türlü dokunasım gelmediği için daha uyanıştan stresliyim. Yaptığım herşey, odamı toplayışım, sözlükte düzelttiğim türkçe karakterler, okuduğum haberler, hepsi biyerime batıyo. Aklımda sürekli rapor olduğu için herşey kaos ortamında hissetmeme sebep oluyo. Denizcim'e bu durumu anlatıyorum. Gerçi bu şekilde anlatmıyorum, daha çok "üfff bugün herşey sinirime dokunuyo, raporu da yazmam gerek" gibisinden bişeyler söylüyorum. O da sabahtan Eve Online adlı oyunu denemeye karar vermiş, heyecanlı, uzay gemilerinden, kendi gemisine benim adımı vermekten bahsediyo. Benim de bi yandan ilgimi çekiyo, bi yandan online oyunların çok zaman çaldığını söylüyor, bulaşmak istediimden emin olmadıımı kendimce belli ediyorum. (Alt metninde "bence sen de fazla bulaşma" var.)
9:43:32 PM Deniz: aradın mı hiç googleda
9:45:52 PM Deniz: çokkomik bi oyun bu
9:46:01 PM Deniz: şu an rookie helperlardan biri benle dalga geçiyo
9:47:40 PM Ceren: aramadım (yazık, konu değişmiş cevap veriyorum hala)
9:47:57 PM Deniz: anlatıcam az sonra ariip :))))
9:48:11 PM Ceren: hep bu oyundan konuşuo artık
9:48:28 PM Deniz: yok daha başı olduğundan ööle
(arıyo beni, nasıl ışık hızına geçip questini tamamlamak üzere başka bir gezegene gittiğini, tam varmışken yanlışlıkla bütün galaksiyi geri döndüğünü anlatıyo, gülüyoruz. az sonra oyunu kapayıp MSN'e geliceini söylüyo, 6 dakika bekliyorum)
9:57:33 PM Deniz: ne güzel
9:57:34 PM Deniz: adam dedi ki
9:57:37 PM Deniz: dur gemimi silahlandırıp geliim
9:57:49 PM Deniz: caldari'de buluşalım dedi
9:57:51 PM Deniz: bekliyorum orda
9:59:18 PM Ceren: bekle bakalım
(bu trip dolu lafımın üzerine 5 dakika çıt çıkarmıyo)
10:04:32 PM Deniz: oyun oynıyalım mı
10:04:38 PM Ceren: cık
10:04:46 PM Deniz: nie
Sonra en nalet halime bürüyorum, telefona geçiyoruz, günün bütün stresini zavallımdan çıkarıyorum, sürekli oyundan bahsettiğini söylüyorum, kabul etmiyo, ısrar ediyorum, itiraz ediyo, belgeyle gelmeye karar veriyorum. Yukardaki diyaloğu kanıt olarak sunmak üzere telefonda okumaya çalışırken koptu sonra ipler. Salak salak gülerek noktaladık geceyi. Şimdi bitanem, deus ex machinamın son anda verdiği bilgilerden yararlanarak raporumu tamamlıycam. Gittim
Pınar ve Türkü'yle buluşup sadece ben açım diye hep beraber Zencefil'e gittik. Benim yemeim biterken Türkü acıktı, o sipariş verdi, onunki biterken ben tekrar acıktım bidaha sipariş verdim, sonra ben açgözlülükten önümdekini bitiremezken Pınar acıktı, benimkine devam etti, sora hepberaber "ay patlıyorum" diyerek yine de şu balkabaklı paydan söyledik. Türkü'nün yanındayken yaşamak için yemiyen, yemek için yaşıyan biri oluyorum, çok eylenceli bişey.
Sandwich- Reasürans'ın adını inatla öğrenmiyorum. Dün de pasaja varana kadar nereye gidiyo olduğumuzu anlamadım. Reasürans için şimdiye kadar kullandığım tariflerin kronolojik sıralaması:Babamın her önünden geçtiğimizde "bak Ceren, sen bebekken annen hep burda dolaştırırdı seni" dediği yerNişantaşı'ndaki o çok güzel koridorlu yerGerekli Şeyler'in olduğu yerEskiden Gerekli Şeyler'in olduğu yerTouchdown'ın olduğu yer
Sandwich- Serdar Erener son derece "hırslı" ve adanmış bir reklamcı olduğunu bildiğim ve bir Ayn Rand kitabına önsöz yazdığını duyduğumda "bak sen allahın işine" dediğim, böyle andığım bir insandır.
Sandwich- Sevgili kuzenim Erkin, oldu olası garip sporlara ilgi duymuş, extreme denemelerde bulunmuş, kulağının arkasında bile dikiş bulunan, şu sıralar koca omuzlu formalarla rugby oynayıp oynayıp sakatlanan cici bi çocuktur.
Merve'nin blogunu okurken heyecanlanıp kendi çantamın içindekilerden bahsetmezsem çatlıycaamı farkettim. Öncelikle; erkeklerin çanta taşımasının çekiciliği ve bu çekiciliğin muhtemel sebepleri konusunda sana çok katılıyorum Merve. Deniz'e aldığım çantaya da ondan çok ben sevinmiş olabilirim. Diyebilirsin ki "Madem çanta taşımanın kişilik hakkında bazı fikirler vermesinden dolayı çekicilik kattığına katılıyosun, kendi hediye ettiğin çantayı niye çekici buluyosun?". (çantayı çekici bulmak :P) Hmmmm.. Çünkü zaten çanta arıyodu o bikere ablası. Kendisini çekici bulmak için bahaneler uydurmaya da meyilliyim, evet.
- Cüzdan
- Müzik çalarlı telefon, kulaklığı ve kablosu
- Makyaj çantası: Cımbız ve törpü de içerir.
- Mendil
- Islak Mendil
- Kıskaçlı toka
- Lastik toka
- Anahtarlığım
- Flash disk
- Kalem
- İlaç kutusu: Süslü küçük kutulardan diil. Şu altı kare bölmesi olan, A Space Odyssey'deki yemek tabaklarına benziyenlerden. Hatta:
- Çakmak
- Opak naylon poşet
- Oje
- Ideabook: Bildiğin not defteri. Reklamcılar ideabook diyo buna.
- Kitap: Kaplarının yıpranmaması için bi önlem almak lazım.
- Post-it
- Fotoğraf makinesi
- Lens solüsyonu ve lens kabı: Küçük setleri var bunların, hayat kurtarıcı.
- Bodyspray
- Güneş gözlüğü
- Mezura
- Küçük şişe su
- Yüz temizleme sabunu
- El kremi
- Yedek Kıyafet: kah eldiven, kah t-shirt..
Akşam banyodan çıktım, MSN başına geçtim, bi baktım sevgilimin morali bozulmuş. Dilini ısırmış, hep kanamış. Ben de "cici diiiil, tatlı diiil, güzel diiil" diyerek moral vermeye çalıştım. Busefer "cici diilmişim ben" diye ağlamaya başladı. Sömür duygularımı Deniccan, kıvraniyim bi kenarda ben. :)
Dönem sonuna bitirmem gereken araştırmamın konusu: Ürün ambalajının tüketici davranışlarına etkisi. Tabi bu daha daraltılıcak. Ürünleri "hızlı tüketim ürünleri" diye sınırlandırırım sanırım, davranışları da "satın alma" olarak, emin diilim. Ama güzel bi konu seçtim bence, ambalaj delisi bir tüketici olarak..
Türkü, Pınar ve Ceren acaba şeytanın bacağını kıracaklar mı?
0 comments Posted by Jitterbug at 11:36 PMBugün Türkü'yü aradım, Pınarla birliktelermiş, tam da benden konuşuyolarmış. İkisini bir arada bulmuşken doğumgünümü kutlamamalarına çemkiriyim dedim. -- Zaten kendi Facebook'unu kapa, köpeğininkini kullan, köpeğinin doğumgününü daha çok kişi kutlasın. -- Türkü "Hem doğumgününü unuttum hem de beni aramıyosun diye içten içe sana bozuluyodum, allah beni naapmasın" şeklinde tepki verdi, sonra da kendisinin zaten doğumgünü unutan biri olduğunu herkesin bildiğini, bu savunmayla Pınar'ı yalnız bırakacağı için üzgün olduğunu ama lütfen değerlendirmeye almamı söyledi. Pınarla konuştuk sonra, sadece şaka yaptığıma ikna ettikten sonra haftasonu için ayarttım ikisini. Baran Baran adlı kişinin oyuncak sergisine cumartesi günü, yani son gününde gidicez bir aksilik olmazsa. Şaka maka, liseden sonra hep ikili kombinasyonlarla görüşür olmuştuk, bu 3ü 1arada fikriyle çok heyecanlandık.
Sandwich- Oyuncak demişken, şubat ayının son gününde de Denizcan'la Sunay Akın'ın şu ünlü oyuncak müzesine gittik, ondan beri rüyamda hep oyuncaklar görüyorum. Nostaljik olanlar bir yana, beni en çok içinde her birinin yüz ifadesi farklı bebekler olan pastane, manav, kasap sahneleri, Alice'in beyaz tavşanının biblosu, ve ünlü filozof ve yazarların sakallı pofuduk peluş bebekleri zorladı.
Sonra Türkü, bahsettiği pikabı almadığını söyledi: Türkü üniversitedeki son senesini okumak ve üstüne staj yapmak için Amerika'ya gider. Zaten hiçbir zaman CD koleksiyonu yapmamış biri olarak orada yaşadığı süre içinde uygun fiyata bir dolu plak toplar, Türkiye'ye döndüğünde de ikinci el filan bir pikap almayı planlar. Türkiye'ye döner, bir de bakar ki pikap fiyatları, 2. eller dahil, hiç de uygun diil. Pikaplar bir değerlenmiş. Genelde yanlarında Issız Adam diye bir filmin afişleriyle sergileniyorlar. Hayal kırıklığına uğrar.
Sandwich- Issız Adam demişken, yine Denizcan'la, bu gelişinde artık Issız Adam'ı izlemeye karar verdik. İlk 10 dakikasını izleyip, sadece 2 günlüğüne görüşebildiğimiz ve geçen her saniyenin son derece farkında olduğumuz bu dönemde 10 dakikanın yeterli olduğunda hemfikir olduk. Bir dahaki görüşmemize bir 10 dakika daha izliycez. Ve sevgili Blog, bir gün gelip de, evde, saatin kaç olduğunu hiiiç umursamadan baştan sona Issız Adam'ı izlediğimizde, gerçekten mutlu olucaz.
İşte Türkücük Gittigidiyor'da uygun bir pikap bulduğu için geçenlerde beni aramıştı, benim Gittigidiyor hesabımı kullanması için şifremi vermiştim, sonra da hesabıma bakıp görmüştüm zaten almadığını. Büşra'nın eskiden çalıştığı bir müzik markette daha iyisini bulmuş. Bakalım bakalım.
Yarın ajans var.
Satın alma ihtimalim olan fotoğraf makineleri listesinden çoktaaandır çıkmış olan Canon EOS 400D'yi 2 gün önce elime aldım. "Makine seçerken illa eline al, bir tut." diyolar ya hani, o yüzden gidip görevlilere "Pardon, şu makineyi bir elime alabilir miyim?" diyorum. Sonra görevli gidip anahtarı buluyo, alarmı az çaldırmaya dikkat ederek makineyi dolaptan çıkarıyo, bana veriyo ve yanımda duruyo. Ben de makineyi tutuyorum. Açıp deniyemiyorum tabi orda, tutuyorum, parmaklarımla sarıyorum, tartar gibi yukarı aşağı hareket ettiriyorum filan. Ve bütün bunlar sırasında görevlinin zahmetine değer bir şey yapmadığımı düşünmekten dolayı makineyle aramdaki elektriğe odaklanamıyorum. Sonra mümkün olduğunca bu deneyimden çok faydalanmış bir ifade takınarak teşekkür ediyor ve makineyi geri veriyorum.
Ajanstayım.
- Kadri Hoca broşürümü onayladı. (laylaylom)
- Haluk Hoca İngilizce metnimi onayladı. (şıkıdım çıkıdım)
- Perran Hoca mektubumu yazmış olduğumu onayladı, ama ne yazdığıma henüz bakmadı. Anca perşembeye. (bu o kadar kolay olmıycak gibi)
Yani şu anda işim yok ama belllki isim önerileri görüşülür diye çıkmıyorum.
Günün keşfi: Dün Kadri Hoca'nın yazdığı bir hikayeyi -ana karakterin kendisi olduğundan emin olarak- okudum, sanki özel hayatına burnumu sokmuşum gibi hissettim, bir daha yüzüne bakamayacağımdan filan korktum. (manyak) Olmuyomuş öyle bişey.
Bundan sonra "bir başka postumda mutlaka değinirim" kalıbı blogumda "bbpmd" kısaltmasıyla kullanılacak.
12 olmadan yetiştim. Cancan ugraşıp hazırladı çok güzel oldu :) Bugün blogumla benim dogumgünümüz.