İzmir'de geçirdiğim 2 hayat kurtarıcı bol evde oturmalı günden sonra bu sabah otobüsüme gitmek üzere taksiye bindik Denizcan'la.
Bir perşembe gününde daha beraberiz.
Eve dönerken dolmuş Beşiktaş'ta trafiğe yakalandı. Işıklarda bekleyen Robocop kılıklı bir polisin elindeki K9, polisin yanında bekleyen mısırcının arabasını yalıyodu çaktırmadan, koca kafasını uzatmış. Çok neşelendim bu işe. Gönlünde mısırcı çırağı olmak yatan kendi halinde bir hayvan, toplum baskısı yüzünden polis çırağı olmuş çıkmış. Kıyamam.
Canım Celil Oker bugün (dün) ajansı ziyarete geldi. Yeni kitabıyla boğuşuyomuş ve romanlarının dedektif kahramanı Remzi Ünal, genç bir yazarın kitabında konuk karakter olmuş.
Tam da "bu sene boyunca sabahın bir saatinde yaptığım otobüs yolculuklarında hiç midem bulanmadı" diyebileceğimi düşünürken bugün siftahı yaptık. Yine dakika saymalar, trafikteki arabaları beyin gücüyle ittirmeye çalışmalar, "olmassa ilk durakta inerim" diyip diyip inmemeler.
Bugün eve dönüş için Taksim'den dolmuşa bindiğimde acayip uyku bastırdı, yol boyunca kestirsem ne güzel olur diye düşündüm. Sonra sahil yoluna varınca dolmuşçunun muhtemelen biyerinin kalkıcaanı, arabayı o yana bu yana savurucaanı, o sırada uyumanın pek akıl karı olmadıınıı düşündüm. Sonra "ozaman sahil yoluna kadar uyuyim, hissettiğim ilk ani frende artık uyanmam gerektiğini anlarım" dedim.
Bu hafta başında Mitra'ya zırt pırt "bıcı bıcı zamanın geldi mi senin oğlum?", "artık bi banyo yaptıralım mı sana oğlum?" diyip hayvancaazı tedirgin ediyodum. Zamanın iyice yaklaştığını anlamış olucak ki Çarşamba günü babama bigüzel feyk atmış dolaşırken. Sahilde çimenlere kakasını yapmış, babam poşetle onu yok etmeye çalışırken diğer tarafa koşup denize atlamış. Madem banyo yapıcaz hakedelim demiş, bi o yana bi bu yana yüzmüş buz gibi havada. Eve gelir gelmez küvete sokulup köpürtüldü, bi de tüylerine bakım yapan şampuanın kokusu şaşılcak derecede güzel, özeniyorum resmen.
Denizcan'la buluşup Pizza Hut'a doğru düzgün bişeyler yemeye gittik. Büyük bi zevkle ne kadar yorulduğumu anlattım. Konser'e (Quo Vadis) gitsem ayakta durabilir miyim, şüphelerim olduundan bahsettim. Yine de gidelim dedim.
Cuma günü, sağlık sorunum olduğu günler dışında hayatımın en yorucu günüydü sanırım. Sabah ajansta müşteriyle toplantı vardı ve Perran Hoca hepimizin çok aktif olması gerektiği konusunda önceki günlerden uyarılarda bulunmaya başlamıştı. Perşembe gecesi 4'te filan yatmış halde Cuma sabahı toplantıya girdim. Fena geçmedi sanırım. Ezgi de soru sordu müşteriye!!! :)
Ki bu gece yaklaşık 5 gün önceye denk geliyo. Bi yerden başlamak lazım. :)
Öncelikle: Ajansa geldim biraz önce, kulaklığım monitör ve mouse kablolarının arasında kamufle olmuş, bıraktıım gibi bekliyomuş beni. Pek sevindim.
Gelelim bu sevincin bastırmaya yetmediği gıcıklıklarıma.
Dün konserden önce Türkü'nün uzun süredir tavsiye ettiği şu kuaföre gittim, saçım kırıkla dolu diye azıcık kestirmek üzere. Herzamanki gibi kısaltılmasını istediğimden çok daha fazla kısalttılar. Makası ellerine almadan önce her söylediğiniz sözü çok iyi anlıyolar, sonra kendilerinden geçiyolar. Hadi buna alışığım ve bunu göze almıştım. Sonlara doğru kuaför sordu bana "önünden küçük bir tutamı şu şekilde keselim mi, yanda kullanırsın" diye. "Ya aslında öyle bişey düşünüyorum ama daha uzun olması lazım, kısa istemiyorum" dedim. O da biraz daha uzattı.
Bu sırada saçım ıslak olduğu için bahsi geçen saç tutamı gerçekten ince görünüyodu, ve uzun. Kurutulduğu anda koccaman genişleyip bir de güzel kısalıp adeta bir kakül halini aldı. Hem de yandan. Emoyum şuan. Bu birincisiydi.
İkincisi, dün gece babaannem tekrar bize geçti. Dedecim öldüğünden beri babaannem 2-3 ay kuzenimde, 2-3 ay bizde, yazın da halamda kalıyo. Aileye bir insan katılması yeterince afallatıcı tabi ama babaannem birlikte yaşaması da çoook zor biri. Belki de en zor biri. Her gece saat 3 gibi kalkıp wc'ye giriyo, ilk 5 dakkada sifonu çekiyo, sonra yarım saat daha belki de daha fazla daha içerde kalmaya devam ediyo. O sırada ışıklar gözüme giriyo, yorganla ışık gelen noktaları bloklamaya çalışıyorum, busefer nefessiz kalıyorum, tam dalıcam yorgan sönüyo ve ışık tekrar gözüme giriyo. Babaannemin içerde ne yapıyo olabileceği hakkında baya kafa yorduk annemle geçen sefer. Bir "curious case of bidbidibid" haline getirdik, ne zaman yalnız kalsak "gece duydun dimi?", "üstelik busefer tırrrt tırrrt diye bi ses de geliyodu" filan diye konuşur olduk. Sonunda keşfettik ki saçını tarıyor, kremler sürüyor ve bakım yapıyomuş. Bakımına herzaman hepimizden çok düşkün olmuştur. (çünkü bizim o kadar zaman yaratmamız zaten imkansız olurdu) Ama saat 3-4 arasına da bir ritüel koyması, inanın bana, önümdeki şu kritik 2 ayda beni çoook yazdırıcak bu bloga. Bi de ışık söndükten sonra sinirden uyuyamama süresi var. Haydi pissssmi diyorum.
Üç: Sabahın köründe başka araç olmadığı için Bostancı'ya gitmek üzere taksi çaarıyorum hep. Ve bu çakal taksiciler Bostancı'ya yaklaşınca hemen "nerde iniceksin" diye soruyolar. "ışıklarda" dediğimde de "ozaman oraya kadar gitmiyim dönemeçte bırakiyim" diyolar. Çünkü istediğim yerde bırakırlarsa biraz daha ilerden dönmesi gerekicek, toplam 5 dakikasına malolucak. Benim ışıklara yürüme, yeşil yanmasını bekleme ve karşıya geçme süremle aynı! Peki parayı veren olarak düdüğü benim çalmam gerekmiyo mu bu durumda? Sabahın o saatinde 5 dakikanın hesabını yapmiycam da ne yapcam? Bi yere yetişme derdim yok da keyiften mi çıkmışım karga bokunu yemeden? Param mı batıyo ya da bana? Her sabah o verdiğim 10 milyona nası yanıyorum, nası içim gidiyo, bi de işime yarıyan yerde inemiycek miyim?
Hayır, haftasonu filan işim düştüğünde kendim söylüyorum zaten "Siz şuracıktan dönün" diye, ama bu yüzsüzlüğü gördükten sora yapmıycam artık onu da.
Peki ben ne yapıyorum derseniz, eğer keyfim yerindeyse "yok hayır, alt geçitten geçicem, duraklara gidiyorum, ışıklarda lütfen." diyorum (bundan sonra ısrar edeni bile oldu), keyfim yerinde diilse uğraşamıyorum "vadevır" diyorum. İyi günler de dilemiyorum. Onun da çok s**inde.
Bu sabah keyfim yerinde diildi, boyun eğdim, durakta 45 dakika dolmuş bekledim. Ve her dakika "acaba 5 dakika önce varsam önceki dolmuşu yakalar mıydım" dedim.
Şimdilik bukadar.
Çok seviyorum. En sevdiğim arkadaşım. Keşke o da olsaydı bugün konserde. Samanta olmasaydı. Ühüh.
Bu gece bir aksilik olmazsa Türkü ve Pınar'la Ron Carter konserindeyiiiiz. Ve Pınar'ın Kemal'i 1 haftalığına Türkiye'ye döndüğü için onu da ilk defa görücez! Şimdi gece geç dönerim filan sevgili Bloggy, yazmaya vakit olmaz, tahmin ettiğim kadarıyla konser sonrası postumu şimdiden yazayım:
Bu gece Türkü ve Pınar'la Babylon'daydık. Konser çok güzeldi. Güzel müzisyen Ron Carter. Seyirci kitlesi de oldukça kaliteliydi, uzun zamandır bu kadar hoş çocuğu bir arada görmemiştim. Jazz konseri oldu mu ülkemizde yaşıyan bütün avrupalı şeker gençler bir araya geliyo malum. Biliyosun Bloggy, ben İstanbul kızıyım, burası kozmopolit bir şehir, erkekler aynı Spice Girls gibi, renk renk sıralanmışlar etrafa, her zevke hitap ediyolar. İçim sıkılınca gözlerimin bayram etmesi için bir İstiklal'e bir Kadıköy'e çıkmam kafi. Ama Bloggy, ne yalan söyliyim, uzun zamandır böylesini görmemiştim.
Peki Bloggy bu gece birinin eksikliğini çektim mi diye sorarsan eğer, pek düşünmeme gerek yok. Tabii ki Samantha Jones! Türkü ve Pınar, kusura bakmayın, arkadaşlığınızdan çok keyif alıyorum ama o ortamın hakkı anca Samantha'yla birlikte verilirdi. Alem kız.
Sonra eve döndüm, baktım ki Denizcan'ın gazı var, guk diyo, canı da sıkılmış. Kıyamam ona ben hiç, modum düştü bir anda. Güzel erkeğim benim, evimin erkeği sonuçta. İzliycek dizi de kalmamıştı bugüne, ben de bikaç tane komik reklam filmi yolladım youtube'tan, çok güldük, ben güldüm en azından.
Böyleyken böyle Bloggy, şimdi uyuycam, yarın ola hayrola. Öptöm
İkinci değerli kulaklığımı da kaybettim! Birincisini kaybettiğim gün, ajanstan çıkarken yanıma aldığımı ve yolda müzik dinlediğimi hatırlıyorum. Ama evi talan ettim yok. Bunun üzerine emektar Sennheiser'ımı devreye soktum, daha 1 hafta olmadı. Ve dün ajansta bıraktım! En son Cem yeni müşterimizi sevmediğinden yakınırken masamıza oturmuş elinde sallıyodu, yuvarlaklar çizdiriyodu. Sonra çıkarken herzamanki gibi masanın üstünde bişi bıraktım mı diye kontrol ettim, baktım yok, herşeyimi yanıma aldığımı varsaydım ve çıktım. Anca yarın ajansa gittiğimde görücem, hala orda mı yoksa uçmuş mu :(
Ales'e başvurmak için cumaya 2 gün kala, bugün, öğrenci işleriyle konuştum. Başvuru için randevu almak gerekiyomuş ve boş randevu saati kalmamış. Başka okuldan halledicekmişim. Başlarım böyle işe cidden.. :(