Şimdi içiyor: Sıcak Çikolata
Blog, yaşamımın hiçbir döneminde bir peluş hayvanla yatma alışkanlığım olmadı. Ki son derece bağlı olduğum bir peluşum vardı, ilkokula daha başlamadığım yıllarda benim olmuştu, bilen bilir; Trusi. Kendisi bir köpek yavrusuydu ve boynundaki ilk fırsatta çıkarıp çöpe attığım plakada elyazısı gibi bir yazıyla yazan "Trudi" ismini yanlış okumamız sonucu bu ismi almıştı. Nereden biliyorum, çünkü şimdi 20 yıl sonra, orda burda Trudi marka oyuncaklara rastlıyorum ve yazı karakteri dün gibi aklımda.
Her neyse, Trusi ben kazık kadar oluncaya dek benimle her türlü tatil yöresini gezdi. Evden uzağa gidiyorsak Trusi de mutlaka gelirdi. Hatta bir seferinde Antalya'ya gitmeden önce odamdaki diğer peluşlarla yaptığım hayali bir diyalog sırasında hepsinin bana çok alındığını öğrenmiştim. Bu sefer Tavşan'ı da götürmeye karar vermiştim. Beyaz Kedi'ye bir dahakine de onu götüreceğimi söylediğimde kabul etmiş fakat üzgün üzgün bakmaya devam etmişti. Diyaloğun sonunda ancak bir valize sığabilecek sayıdaki bütün peluşlarıma, benle geleceklerine dair söz vermiş bulunuyordum. Anneme haber verdiğimde bunun söz konusu bile olamayacağını söylemiş, üstelik ütü yapıp bavul hazırlamaktan bunalmış olmasından dolayı beni güzellikle ikna etmek için en ufak bir çaba da harcamamıştı. Ne biliyim, bak yavrum bunlar tüylü hayvan, Akdeniz ikliminde çok terlerler, hiç sevmezler oraları dese, hem yeni bir şey öğrenmenin verdiği hazzı yaşıycam, hem içim rahatlıycak. Sonrasında, babam ve kendisinin birer valiz götürme hakları varsa kendimin de bir valiz istediğimi ve ona ne koyacağıma da benim karar vereceğimi, hayvanlarımdan bir tanesi bile gelmezse kendimin de gitmeyeceğini söyleyerek hayatımın restini çekmiştim. Sonunda da elimde sadece Trusi'yle paşa paşa Antalya'ya gitmiş, bi güzel eğlenmiştim.
Neyse, diyeceğim odur ki, Trusi'yle yatmak, Trusisiz uyuyamamak gibi bir alışkanlığım yoktu yine de. Genelde başucumdaki komidinde dururdu. (gece lambasının Trusi'ye yaptıklarına başka bir postumda mutlaka değinirim.)
Geçen hafta çok hastaydım; burun, boğaz, ateş, huysuzluk, "hasta olmamak nasıl bir duyguydu ki?" diye başlayıp katiller tarafından kovalanmaya giden yarı bilinçli düşünce katarları, bilmemneler.. Bu durumdan çok etkilenen ve telefonda hapşırık öksürük ve sümkürüğümden iletişim kurmaya vaktimiz kalamadığını farkeden sevgilim, duruma çok güzel bir çare buldu ve bana bir paket yolladı. İçinden şu çıktı:

Odamdaki medeniyetler arasında son aylarda en hızlı büyüyeni şüphesiz filler. (diğer medeniyetlere başka bir postumda mutlaka değinirim.) Bu yeni üyenin adını Can Kulak koydum. Hasta olduğum geceler boyunca hep sarılıp yattık birbirimize. Şimdi ise iyileşmiş halime -evet anlaşıldığı gibi postumun sonuç cümlesi geliyor- hala birlikte yatıyoruz. Bu sabah babamın telefonda yaptığı gürültülü konuşmayla uyanıp ara kapıyı kapamak üzere, yüzümde hoşnutsuzluğumu belli eden bir ifadeyle kalktım, babama bakış attım ve ondan geriye beklediğim "Eee napiyim yani" ifadesi yerine bir gülücük aldım. Ooo demek ki işlerde güzel gelişmeler var, keyifler iyi diye düşünerek yatağıma geri döndüğümde kucağımda Can Kulak'ın olduğunu farkettim. Ona gülmüş olsa gerek. Mutluyuz yaani :)