Haluk Hoca müşterimizi veto ettiğinden beri grup olarak çoğunlukla boş boş oturuyoruz ajansta, dizi filan izliyoruz. (Haftaya geliyo yeni müşterimiz.) Dolayısıyla saat kaçta girip çıktığımız da pek belli olmuyo. Bir de son 2 haftadır keşfettim ki, 5-10 dakka gecikmeyi göze alırsam şayet, 1 saat geç kalkıp otobüs yerine dolmuşla geçebiliyorum karşıya.
Bu sabah yine "azıcık geç kaliyim nolcak" diyerek 8küsürde kalktım ama 2 haftadır ilk defa Bostancı'ya varır varmaz binebileceğim bir dolmuş bulamadım. Sabah soğuğunda 15-20 dakikada bir kalkan otobüslerin iki tanesinin kalkışına şahit oldum. Üçüncüsü heralde kalkmak üzereydi (ve ben başlarım böyle işe diyip ona binmek üzereydim) ki bize taksi dolmuş yaptılar.
Binince Deniz'i aradım, o bozukmuş zaten bişeylere, ben de bozuldum, kapadık.
Ajansa girerken Türkü'den "Ron Carter'a bilet aldım, beni yalnız bırakmayın he!" diye bir mesaj ve "Ya bu arada Bay Panter kim, Facebook'tan mesaj atmış bana?" mealinde 2. bir mesaj geldiini gördüm. Aradım konuştuk güldük, günün en tavuksuyuna çorba anıydı.
Çok geç kalmadım yine, vardığımda bizim gruptan sadece Şahin ve Burcu vardı. Yani önceki müşteriye bütün işleri bugün yollaması gereken müşteri temsilcimiz henüz yoktu. İlerliyen saatlerde Ezgi dışında bütün grup toparlandı. Ben Perran Hoca'dan Santral'e geçmek ve Yonca Hoca'nın bu haftaki konuğunu izlemek için izin istedim, bütün işlerim tamam olduğu için hiç laf etmeden izin verdi. O zamana kadar House izliyerek oyalanmaya başladım. House'un son 15 dakikasında Perran Hoca'nın beni çağıran sesi duyuldu. Müşteri temsilcimizle gönderilicek metinleri hazırlıyorlar ve anlaşılan pek anlaşamıyolardı. Sonra Şahin de geldi, hepberaber düzenlemeye başladık metinleri. Sonra Perran Hoca, hazırladıımız metinlerin başında adımızın yazmaması gerektiğini, müşteriye bütün işlerin tek ses olarak gitmesi gerektiğini, merak etmememizi, kendilerinin kimin ne yaptığını zaten bildiğini, ama bunun müşteriyi ilgilendirmediğini söyledi. Halbuki o isimler Kadri Hoca'yla filan görüşmeler sırasında metinler birbirine karışmasın diye yazılmıştı. Tabii ki öyle yollanıcaklarını düşünmemiştik, sadece müşteri temsilcimize öyle yollamıştık. (inat ettim adını yazmıycam kızın) Bütün fontlar aynı olsun filan diye uğraşılırken Perran Hoca'nın gitmesi gerekti, ben de gecikmeli de olsa Santral'e geçtim.
Sunumun yapıldığı salona girdiğimde merdivenlerde bile insanlar oturuyodu. Bu çok anlamsızdı çünkü koltukların en azından 4te 1inde bağyan izleyicilerin çantaları oturuyodu. Sunumun ortasında içeri girmişken bi de fısıltı yaratmiyim diye "çantanızı kaldırır mısınız?" demek yerine göz teması kurmayı seçtim ama insanlar odun olunca olmuyo tabi. Basamağa oturdum.
Çok sıkılmaya başladım ama bu işten. Toplu taşıma araçlarında, daracık kalçalarına "Ben erkeğim heybetli otururum, sen hanım hanımcık otur azıcık kompak ol" diyen erkek nüfusun nerdeyse balerinlerinki kadar geniş açılmış bacaklarını çek, sonra okula gel "seni toplasalar montumla çantam etmezsin" diyen kızların gazabına uğra. Bakalım nerden patlıycak bu.
Sunum güzeldi ama arada bastıran uykular fenaydı. 15 dakikalık arada teslim oldum zaten kendilerine. (Yoklamayı imzalayıp ilk fırsatta çıkanlar sağolsun, koltuk boşalmıştı.) Bi de Santral'de Pez satılmaya başlandıından beri bütün sunumlarda sürekli Pez kemiriyorum, kimbilir kaç tane gıcık olanım vardır. Bugün 3 paket bitirdim. Dönüşte, shuttle'da mide bulantısı olarak geri döndüler bana tabi.
Eve dönüş için babamla buluşalım dedik, Muhip abiyle Erenköy'deymiş, onlar gelene kadar Şaşkınbakkal'da parfüm denemeleri yaptım. Aradığım bi koku var, Escada Collection'a (malesef uzun zamandır üretilmiyo) benziyen bişey, arada burnuma geliyo ama etrafta çok fazla kız oluyo hep, hangisine sorucaamı bilemiyorum "nedir bu?" diye. Bikeresinde Ezgi'nin üstünde farkettim çok hafif, Body Shop'un bi kokusunu söledi bana. Onu denedim bugün, ama yanılmışım sanırım, hiç benzetemedim. Çok heveslenmiştim, çok bozuldum.
Sonra eve vardık. Babam bulmuş istediği arabayı. Ticari araç. Diğerlerine nispeten güzel olduğunu kabul etsem de kendisine "kamyonet" diyeceğimi aileye bildirdim. Annemin keyfi kaçıktı, babam noolduunu sordu, ananem yemek yemiyo diye üzgünmüş yine. Ne kadar uğraşıp ne kadar güzel bi yemek yaparsa, ananemin yeme ihtimalinin o kadar yükseliceğini sanıyo sanırım, sürekli bişeyler pişiriyo. Sonra ananem hepsini reddedince simit aldırıyolar yine. Çok kilo verdi, üstelik çoğu da "su" kilosunun.
Öyle yani, bok gibi bir gün olmakla kalmadı, hiçbişeyden bi bok anlamadığım da bir gün oldu. Yarından umutluyum.